21 Ekim 2012 Pazar

Arrow

 Çok güçlü bir şekilde izleyiciyle buluştu Arrow dizisi. Amerika’nın önde gelen dizi eleştirmenlerinin hepsinden geçer not aldı. Peki eleştirilmedi mi tabii ki eleştirildi. İşin ilginç yanı eleştirilen noktaların herkesce aynı olması. Oliver Queen bir Bruce Wayne mi? Açıkcası Batman gibi mükemmel bir karakterin ardından böyle bir sorunun soruluyor olması bile Arrow için büyük bir artıdır, ben bunları eleştiri olarak kabul etmiyorum. Ancak mesele senaryo bazında bakmaya geldiğinde Arrow için eksiler devreye giriyor. Batman’i anımsatmakla kalmamış, ufak değişikliklerle kopyalamış Arrow dizisinin senaristleri. Anlayacağınız yaratıcılık olarak ilk bölümlerde bir şey beklemeyeceğiz. İlk bölümü izlediğimiz de senaryoda birkaç kusur gözümüze çarpsa da bunların ilerleyen bölümlerde geri dönüşlerle harika bölümlere dönüşeceğine eminim. Kısacası her şey senaristlerin elinde. Genellikle yeni diziler rayına oturana kadar pek keyif vermez izleyenlere deneme süreci biraz sıkıntılı geçer ancak Arrow sanki bir filmmiş gibi izleyiciyi ekran karşısında tutmayı başarıyor. 


 Eleştirilen kısma gelirsek belki de sinema dünyasında aradığımız yeni kahraman, Batman’in boşluğunu dolduracak yeni kahraman Arrow’dur. Ben ilk bölümü izledikten sonra bu olasılığa inanmaya başladım. Bu dizinin sinema perdesine de yansıyacağına ve yansıması gerektiğini düşünüyorum. Ancak çok erken konuşmamak gerek. Dizinin ilerleyen bölümlerini merakla bekliyorum. 


 
 Hatalarının bedelini ödemeye hazır bir kahraman ! 
 Milyarder ve zampara olarak şehrinde ün salmış olan Oliver Queen bir deniz kazasının ardından yeni bir hayata başlar. Denizin ortasında yalnız başına hayatta kalma mücadelesi veren ve herkes tarafından öldüğü kabul edilen Oliver beş yıl aradan sonra Büyük Okyanus’un ortasındaki bir tropik adada bulunur. Evine ve şehrine dönen Oliver için her şey çok değişmiştir. Annesi, kız kardeşi ve en yakın dostu Oliver’ın değiştiğini fark etse de bu değişikliğin ne denli büyük olduğunu anlayamazlar. 
 Dönüştüğü adamı bir sır olarak insanlardan saklamak isteyen Oliver gizli Arrow karakterini yaratır. Eskiden işlediği günahların bedelini ödemek, şehri adelete ve eski ününe kavuşturmak için Arrow’u kullanır. 
 Tabii ki şehirde herkes bu durumdan hoşnut değildir. Arrow’un yetkisi olmadan kullandığı yöntemler birçok kişinin canını sıkmaktadır. Dolayısıyla birçok kişi Arrow’un peşine düşer. Bir süre sonra Oliver’ın dönüşünden yakınlarının da pek hoşnut olmadığı anlaşılır. Oliver’ın geçirdiği deniz kazasının arkasında bilinmeyen ancak gün yüzüne çıkacak daha birçok şey vardır. 
 Meraklısına dizinin tanıtımı;


 Bu dizi için en iyimser halime bürünüyorum nedense. Bu iyimserliğim sizi yanıltmasın gerçekten çok kaliteli bir yapım. Aksiyon sahneleri ve dizinin arkasında bıraktığı o gizemli hava bile kaliteli diye nitelendirdiğimiz bir çok dizinin önüne atar Arrow’u. Nefes kesecek bir macera başlıyor. Benim önerim en önden yer kapmanızdır.

11 Ekim 2012 Perşembe

50/50

 Dram komedi karışımı hiç bir film beni bu kadar etkilememişti. Filmin konusu tabiki etkileme unsurunda büyük bir artı ancak bu filmde her şey yerli yerinde. Kanserle savaşan bir insan var karşımızda, hayatının en zor dönemlerini geçiren bir adam. Buna rağmen sıcak bir gülümsemeyle ekran başında ona destek olmaya çalışıyoruz. Komedi unsuru tam kıvamında yerleştirilmiş filme. Dram komedi filmlerinde bu dozu ayarlamak büyük bir ustalık ister. Komedi unsuru biraz bile fazla kaçsa filmin dramatik konusunu yer bitirir. Gerçek bir olaydan uyarlanan 50/50 boğazınızda yutkunma hissini hissettiğiniz zamanda size sıcak bir gülümseme verebilecek bir film. Joseph Gordon-Levitt , Seth Rogen ve Anna Kendrick’in mükemmel oyunculuğuyla dalında uzun yıllar unutulamayacak bir film 50/50. Özellikle Joseph Gordon-Levitt’e bir parantez açmak istiyorum. Rolünü o kadar içten oynamış ki film bittiğinde uyarlanan hikaye onun hayat hikayesiymiş deseler sorgulamadan inanırdım. Tabiki partneri Seth Rogen’ın bu konudaki yardımı atlanmamalı gerçekten o da harika bir iş çıkarmış. Alaca Karanlık’tan dolayı belki de çoğumuzun ön yargılı yaklaştığı Anna Kendrick ise bambaşka bir rol ile karşımızda. Gelecek yıllarda daha çok beyaz perdede görebileceğimiz bir oyuncu kendisi. Açıkcası beklentimin baya üstünde bir performans sergilemiş. Film izleyiciye o kadar açık ki karakterimiz olayları yaşarken sanki biz de onunla yaşıyoruz. Karakterimizin pskolojisi ve sosyal çevresiyle olan ilişkisi mükemmel yansıtılmış. Filmin tek kusurlu yanı konunun sadece hastalık evresine endeksli olması. Filmin sonuna biraz daha renk katabilirlermiş. 



 Söylenmek istenmeyen kelime ; ‘’Ölüm’’ 
 Filmimizde gayet sağlıklı bir yaşam sürerken aniden kanser olduğunu öğrenen yirmi yedi yaşındaki Alan’ın hayat hikayesi anlatmakta. Alan sağlıklı kalmak için kendine çok dikkat eden bir insan olmasına rağmen bu illetle burun buruna gelir ve ne yapacağını bilemez. Önünde yüzde elli yaşama şansı vardır. Alan ölümle yüzleşirken her şey başladığı gibi gitmez. Alan aslında sadece ölümle değil yalnızlığıyla da savaşmaktadır. Alan dibe vurduğu an da sevgiye sarılır. Alan hayata dönme mücadelesinde hiç yalnız kalmayacaktır. 

 
 Mutlaka izlenmeli böyle filmler. Hayata sımsıkı tutunmamızı sağlayacak, içimizi umut ve sevgiyle dolduracak, bize mücadele etmeyi öğretecek enfes bir film. 

 İMDB oranı : 7.9 / 10 

 Benim notum : 8 / 10 


 Filmden ufak bir not : En etkilendiğim sahne yirmi yedi yaşına gelip neden ehliyet almadığını açıklamasıydı. Kısacası yarınımızın ne olacağını bilemeyiz o yüzden hayatın tadını çıkarmalıyız.