21 Temmuz 2014 Pazartesi

On the Road

 Amerikan edebiyatında büyük önemi olan bir kitabın beyaz perdeye uyarlaması olan bir film var karşımızda. Aslında ben her kitabın filmi olmaz diyenlerdenim. Özellikle sosyo-kültürel yapıyı bir hayli etkilemiş, psikolojik önermelere bolca yer veren ve de döneminin şartlarını gerçekçi işleyen sanatsal kitapların filmlere dönüştürülmesinin imkansıza yakın olduğunu düşünenlerdenim. On the Road filmini izlediğimde ise büyük bir ikileme düştüm bu konuda. Elbette bir filmin, kitabın tüm etkisini vermesi, tüm detaylardan bahsetmesi beklenemez ancak “en iyi şekilde nasıl yapılır” dersek On the Road filmini göstermemiz yeterli. Bu başarının ardındaki sebeplerden de bahsetmemiz gerekir tabii ki. Söylediklerimle oyuncuların ve yönetmenin hakkını yiyeceğim sanırım biraz. Bana göre filmi kaliteli kılan etken filmin amacının seyirciyi çekmek, çok izlenmek, merak uyandırmak olmaması. Yönetmen Walter Salles “Elimizde harika bir kitap var, biz sadece ondan bahsedelim.” demiş olmalı.


 Macera, dram ve hatta tarih tiplerine giren bu film için şunu söylemem gerekiyor. Eğer olağan akışında devam eden, iniş çıkışın, heyecanın çok ender olduğu filmlerden hoşlanmıyorsanız bu filmde çok sıkılırsınız. Gördüğüm kadarıyla filmi eleştirenlerin değindiği ortak nokta da bu. Ama unutmamak lazım ki filmin başarısını sağlayan etken de durağan bir yapıda işlenmesi.


 Filmimiz genç yaşta babasını kaybeden genç bir yazarın tanıştığı yeni bir arkadaşıyla birlikte içindeki özgür ruhu keşfetmesini ve Amerika’yı baştan sona dolaşmasını anlatıyor. Evet film size şu an çok sıradan gelmiş olabilir. Ancak durum bundan ibaret değil. Öncelikle filmimiz bir yolculuk hikayesi değil aslında. Genç yazarımız Sam ve arkadaşı Dean’in serüvenleri yer yer kesiliyor, duraksıyor. Devamlı bir yolculuk anlatılmıyor anlayacağınız. Bu da filme ekstra bir gerçeklik katıyor. Ayrıca yolculuk sırasında tanıştıkları ve de yaptıkları her olay aslında bir mesaj barındırıyor.


 Filmde eksik olabilecek tek nokta sanırım dönemin şartlarının çok fazla yansıtılmaması. Amerika tarihini bilmediğim için ve Amerika’nın o dönemleriyle ilgili çok sınırlı bilgiye sahip olduğum için filmi izlerken bu etken beni hiç etkilemedi diyebilirim. Ancak yaptığım araştırmalara göre filmin en çok konuşulan kısmı da burası olmuş. Film dönemden kesitler sunarak bize dönem şartlarından az da olsa bir şeyler veriyor ancak o dönemdeki düşünce yapısından (kahramanlarımız dışında) neredeyse hiç bahsedilmiyor bu da dönemin şartları yansıtılmadı eleştirilerini beraberinde getiriyor. “Beat kuşağı” bu filmi izledikten sonra araştırılması gereken terim bana göre. İzlemeyi düşünenlerin aklında olsun.

 Zaman ayırdığınıza pişman olmayacağınızı düşündüğüm bir film On the Road. Birde caz müzik seviyorsanız film de size güzel sürprizler de olacak.

IMDB oranı : 6.1 / 10


Benim notum : 7.6 / 10

4 Temmuz 2014 Cuma

Constantine

 Karşımızda John Constantine !
 Ve beklenen dizi yayına girdi. Filminden sonra dizisinin nasıl olacağı, filmden etkilenip etkilenilmeyeceği, Keanu Reeves’in oluşturduğu Constantine karakterinden sonra izleyicinin yeni Constantine’e nasıl bakacağı gibi bir çok soru vardı insanların kafasında. Her ne kadar dizilerin ilk bölümünden bir karar verilmeyecek olsa da Constantine dizisini kısaca tanıyalım ve değerlendirelim istedim.


 Dizinin ilk bölümü başarılı olmuş. Ancak benim bütün beklentilerimi karşılamadı. Bunun sebebi Constantine filminin büyük bir hayranı olmam ve de Matrix’ten süre gelen Keanu Reeves sevgim olabilir. Tarafsız bir şekilde bakmaya çalıştığımda yayında olan birçok diziden daha kaliteli olduğunu direkt fark edebiliyorum. İlginin çok olacağı ve uzun zamandır bu tarzda bir dizinin bekleniyor olması da Constantine’in istenilen başarıya ulaşacağının habercisi. Evet biraz da film ile aralarındaki farklılıklardan bahsedelim. Konu olarak benzer bir durum olsa da dizi, filmden tamamen farklı ilerleyeceğini daha ilk bölümden belli etti. Constantine dizisi için en tehlikeli durum, ilerleyen zamanlarda kendini tekrar eden bir yapıya dönmesi olur, bunu engellemek de senaristlerin ellerinde. Benim dikkatimi çeken en büyük farklılıklardan biri de John Constantine. Filmde tanıdığımız John daha ciddi, işine sonuna kadar bağlıydı ve hatta esprileri bile belli bir ciddiyet içerisinde yapardı. Ve tabii ki çok daha karizmatikti. Dizimizdeki John ise biraz daha rahat ve sürekli komik olma çabasında gibi geldi bana. Ancak bu durumun altından belli ki bir şeyler çıkacak ilerleyen bölümlerde. Constantine filmini bu kadar değerli kılan etken, filmin ara sahnelerindeki ince detaylardı. İzleyici o detayları bulabilmek için ekrana kilitlenirdi. Dizinin yönetmeni ve yapımcıları da ister istemez filmden etkilenmiş olacaklar ki geçiş sahnelerinde konunun bütünlüğünü sağlayan ufak detaylar bırakmışlar. Diziyi izlerken 40 dakika nasıl geçti anlayamadım gerçekten. Ben bir izleyici olarak yönetmenin ve senaristlerin filme daha çok bağlı kalmalarını isterdim çünkü, bir John Constantine efsanesi var ve bunu farklılaştırmanın gerçekten gereği yok.



 Özetleyecek olursam etkileyici ve umut  veren bir başlangıç yaptı Constantine. Melekler ve şeytanlar arasındaki savaşta John Constantine yine iş başında. İlk bölüm itibariyle gayet başarılılar umarım, bunu uzun süreye yayarlar ve kendilerini tekrar etme durumuna düşmezler. Bize ekranın başına geçmek ve içten bir gülümseme ile “Tekrar hoş geldin John !” demek düşüyor. Keyifli seyirler.