22 Kasım 2013 Cuma

Almost Human

 Yeni yayın dönemine Amerika’da kesinlikle çok hızlı ve etkili bir biçimde girildi. Daha ilk bölümleriyle rekorlar kıran diziler de bu durumun göstergesi. Karşımızda onlardan biri var ; Almost Human. Pilot bölümüyle çok konuşulan, İMDB sıralamasında da hızla üst sıralara tırmanan Almost Human dizisinin gerçekten ilgi çekici bir hikâyesi var.  Özellikle hikâye ve oyuncu seçiminin uyumu da harika olmuş. Yargıç Dredd filminden hatırladığımız Karl Urban burada da benzer bir rol ile karşımıza çıkıyor. Dizinin senaryosunu kim okusa rol için seçebileceği aktörlerin başında Karl Urban gelirdi kesinlikle. Daha yalnızca iki bölüm yayınlanmış bir dizi hakkında uzun uzadıya söyleyecek bir şeyler olmasa da dizinin harika bir başlangıç yaptığını ve uzun yıllar çok konuşulacak bir yapım olacağını söyleyebiliriz. Bilimkurgu, gerilim ve aksiyon seven herkesin favori dizilerinden biri olacağına eminim. Dizinin arkasında Fringe’in yapımcılığını ve senaristliğini üstlenmiş olan J.J Abrams ile J.H Wyman’ın olması da dizinin potansiyelini bizlere anlatmaya yetiyor diyebilirim.

 Dizimiz 2048 yılında geçmekte. Kahramanımız John Kenex, polis departmanında yönettiği bir operasyonda ağır yaralanıp bir bacağını ve ortağını kaybetmiş, ayrıca 17 ay komada kalmış ünlü bir dedektif. Sonunda görevine geri döner ve bir robotla ortak olmak zorunda kalır. Ancak kendisi robotları geçmişte yaşadığı o operasyon yüzünden sevmeyen biridir. Departman tarafından kendisine verilen robottan kurtulur ve eski teknolojiye sahip artık üretilmeyen bir robot olan Dorian’ı yardımcısı olarak alır. Dorian’ın bilmediği bir özelliği vardır o da Dorian’ın duygusal tepkiler verebilen ve insana en çok benzeyen robot türü olmasıdır.
Tahmin edebileceğimiz gibi dizi bu iki ortağın yaşamları ve suçla mücadeleleriyle ilgili bir yapım olacak. 

 Aksiyonu son derece bol olan ve hikâyeyi bize kısaca özet geçen pilot bölümü izledikten sonra ne kadar kaliteli ve umut vaat eden bir yapım olduğunu göreceksiniz. Almost Human beni bu sene için en çok heyecanlandıran yapımlardan biri oldu. İlerleyen bölümler ile birlikte son derece heyecanlı ve gelecek bölümünü dört gözle beklediğimiz dizilerden biri olacağına eminim. En azından bu konuda J.J Abrahms ile J.H Wyman’a sonsuz güveniyorum. Umarım Fringe’in başarısını tekrar ettirebilirler. Bu arada dipnot olarak söylemeliyim ki pilot bölümüyle IMDB’de en çok oyu alan dizilerin başında geliyor Almost Human.
Keyifli seyirler.

IMDB oranı : 8.6 / 10

Benim notum : 8 / 10

10 Kasım 2013 Pazar

Agents of S.H.I.E.L.D

 Birçoğumuz süper kahramanlardan oluşan bir dünyaya ve bu dünyaları bizlere sunan filmlere bayılıyoruz. Süper kahramanlar deyince de aklımıza ilk olarak tabii ki Marvel şirketi geliyor. Şimdi size bir filmden bahsetmeyeceğim, bir diziden bahsedeceğim. Hem de bütçe olarak her bölümü en az bir sinema filmi kadar değerli bir diziden. Dizimizin adı “Agents of S.H.I.E.L.D.”. Öncelikle izlediğim pilot bölüm ve ilk iki bölümün akabinde çok şaşırdığımı ve bir o kadar da etkilendiğimi söylemek istiyorum. Süper kahramanları barındıran bir dünyayı anlatacak bir dizinin çok zaman ihtiyacı olur diye düşünüyordum ama Marvel yetkileri bu durumu atlatacak büyük bir çözüm bulmuşlar. Yeni bir dünya yaratmamışlar geçmişte çekilmiş ve Marvel’a ait olan bütün filmlerin geçmişini kullanmışlar. Ve bu durum hakikaten diziyi çok uç bir noktaya taşımış. Örneğin dizi The Avengers film serisinin sonuyla bağdaşıyor hatta Thor’un sonuna da göndermeler mevcut. Bunun dışında bol bol sevgili Tony Stark’tan bahsediliyor, yani dizimiz Iron Man’i bile barındırıyor. Bunun bize diziyi kabullendirmesinin dışında çok büyük bir artı durumu daha var tabii ki. O da bu karakterlerin hepsini ilerde dizide görebilme olasılığımız. Yapımcılar böyle bir şeyden bahsetmemiş olsa da diziyi izleyince bu karakterlere özellikle Tony Stark’a bolca açık kapı bıraktıklarını göreceksiniz. Özellikle ikinci bölümün sonunda The Avengers hayranlarına büyük bir sürpriz mevcut.


 Evet Marvel’ın stratejik hamlelerinden dizimize dönecek olursak dizimiz düşündüğünüz gibi süper kahramanların kötülerle savaşını barındırmıyor. Bu da gerçekten dizinin ilerde efsane olabilmesi için büyük bir fırsatı doğuruyor. Fringe dizisi bittikten sonra yerini bir türlü dolduramadık diyenlere de büyük bir sürprizim var. Agents of S.H.I.E.L.D tabii ki Fringe’ın bizlerde bıraktığı etkiyi yakalamaya çalışmıyor ancak konu olarak benzediklerini söyleyebilirim. Şöyle ki dizimiz dünyada yaşanan doğa üstü olaylara, objelere ve bazı bilinmeyen karakterlere karşı önlem alma ve dünya barışını sağlamaya çalışan bir ekibin hikayesini anlatıyor bizlere. Yukarıda da bahsettiğim gibi dizi Marvel’ın yarattığı bütün karakterleri ve hatta o karakterlerle yaşanan olayları yaşanmış kabul edip ( örneğin Marvel filmlerinden hatırladığımız uzaylı istilasını bile ) bu olayların halkta bıraktığı etki üzerine bu ekibin kurulmasını ve bu olayların bir daha gerçekleşmesine engel olmaya çalışmasını anlatıyor. İki dahi, iki harika ajan , riskli bir kız ve onların başlarında bulunan ölümden dönmüş eski kahramanlarımızdan birinden oluşan bu ekip bizlere bol aksiyon , heyecan , macera vaat ediyor. Ayrıca ekstra bir bilgi de  How I Met Your Mother hayranları için vereyim. Robin yani Cobie Smulders’da bu dizide yer alıyor. How I Met ‘in finaliyle sanırım rolleri de baya bir artacaktır.


 Yayınlandığı günden beri çok konuşulan ve reyting rekorları kıran bu dizi eminim ki kısa zamanda ülkemizde de fırtınalar estirmeye başlayacaktır. Çoğu yeni dizi başladığı zamanlarda rayına oturana kadar pek keyif vermez , bu duruma bir çok örnek verebiliriz . Ancak Agents of S.H.I.E.L.D kesinlikle öyle değil. Bunda Marvel imzasının büyük bir artısı var kesinlikle. Büyük bir bütçe , güzel seçilmiş bir kadro , ilginç bir hikaye. Yeni bir dizi için olması gerekenden kesinlikle fazlası var. Benim önerim çok geç kalmadan başlamanız.

İMDB oranı : 7.3 / 10

Benim notum : 7.5 / 10

12 Ekim 2013 Cumartesi

Oblivion

 Bilim kurgu filmlerinin en başarılı olanları genelde içinde bambaşka bir dünya barındıran filmlerdir. Oblivion da bu filmlerden. Öyle ayrıntılı öyle harika bir dünya yaratılmış ki izlerken hiç yadırgamıyorsunuz. Filmdeki her nokta filmin geçtiği dünya hakkında kanıtlar sunuyor ve bu da filmin başından sonuna  tüm hikayeyi bütünleştiriyor. Filmi izlerken nedense hep Matrix ile karşılaştırmak istedim. Bunun sebebi makinelerle ilgili olan bir benzerlik mi diye düşündüm ama iki film de gerek hikayeleri olsun gerek temaları olsun bambaşka iki dünyayı yansıtmakta. Oblivion’ın izlenirken bir insana Matrix’i hatırlatması, ne kadar başarılı bir film olduğunu gösteriyor.


 Yönetmen Joseph Kosinski’den bahsetmezsek olmaz. Kendini Thor filmiyle tanıtan ve kendi çizgi romanı olan romandan uyarladığı bu film ile gerçekten başarılı yönetmenler arasına gireceğinin büyük bir sinyalini vermiş. Ciddi anlamda beklentilerimin çok çok üzerinde filmler yaratıyor Kosinski ve umarım beni yanıltmaya ve de büyülemeye devam eder.


 Oyuncular hakkında da birkaç kelime etmek isterim ama Tom Cruise , Morgan Freeman gibi isimler için söylenebilecek pek fazla bir şey yok elbette. İkisi de kesinlikle Holywood’un efsanelerinden. Özellikle Morgon Freeman gibi bir oyuncuyu hangi filmde oynatırsanız oynatın sükse yapar ve hangi rol için düşünürseniz düşünün ondan iyisini bulamazsınız. Kendi mizacını rollerine böyle harikulade büründüren çok az aktör mevcut maalesef. Genel olarak filmde tüm cast harika seçilmiş. Filmin bu seviyeye gelmesinde oyuncuların rolünün büyük olduğu kesinlikle belli oluyor.


 Tekrar filme dönersek karşınızda sizi içine çekmek için bekleyen, her dakikasında merakla ekrana kilitleneceğiniz bir film duruyor. Oblivion bilim kurgu türünde son yıllarda yaratılan en güzel yapıtlardan biri. Özellikle bu tür filmlerden hoşlananlar için kaçırılmaması gereken bir fırsat. Mükemmel oyuncu performansları, harika grafikler, çok iyi kurgulanmış bir hikaye ve yepyeni bir dünya karşınızda. İyi seyirler diliyorum.

İMDB oranı :  7 / 10


Benim notum : 8 / 10

7 Ekim 2013 Pazartesi

Now You See Me

 Bir film düşünün başından sonuna kadar sizi meraktan kıvrandırıyor. Bunun yanında heyecanı ve macerayı barındırdığı gizemlerle birlikte eksik etmiyor. Böyle bir filme denilebilecek tek kelime harika olur sanırım. Ve evet Now You See Me filmi de harika filmler listesine adını yazdırmış. Genel olarak insanların büyük bir bölümü sihirbazlık gösterilerini ve bu gösterilerdeki gizemi merak eder. Filmimizin konusu da biraz bu olgudan yararlanmış. Harika bir senaryo harika bir şekilde kurgulanmış. Gerçekten çok kaliteli bir hikaye ve akıcılık söz konusu filmde. Oyuncuların gayet başarılı iş çıkarmaları da filmi ekstra güzel kılmış. Filmin tek eksisi abartılı olayların olması. İzlerken yok artık diye içinizden geçiriyorsunuz ama filmin kurgusu içinde bunların hepsi unutulup gidiyor. Nedeni çok basit: Yönetmen de senarist de açık bir şekilde sizde merak duygusu uyandırmak  istiyor. Film de bunu başarılı bir şekilde gerçekleştiriyor. Böylece karşımıza kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden biri daha çıkmış oluyor.


 Filmimiz şovlarında canlı bir şekilde banka soyabilecek kadar yetenekli dört sihirbazın bir ekip oluşunu ve FBI ile olan kovalamacalarını anlatıyor. Bu arada bunu anlatırken de sizden bir şeyler gizliyor.


 Gerçekten son zamanlarda izlediğim en başarılı filmlerden Now You See Me. Zaman kaybetmeden bu filme bir şans tanıyın derim.

 İMDB oranı : 7.3 / 10


 Benim notum : 8 / 10

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Parker

 Bazı aktörler vardır belli bir türün dışına asla çıkmazlar. Jason Statham da bu aktörlerin en çok tanınanlarından. Kendisini  aksiyon filmleri dışında görmüyoruz açıkçası görebileceğimizi de sanmıyorum. Konuya filmle değil de neden filmin başrolüyle başladığımı merak etmişsinizdir. Şöyle anlatayım ben yapımcı olsaydım bu filmin adını Jason Statham koyardım. Parker filmi başından sonuna Jason Statham’dan yararlanmış. Ünlü, başarılı ve aksiyon filmlerinde harika olan bir aktörü başrol yapıp çekilen filmlerden biri daha karşınızda. Bu filmde ekstra olarak Jennifer Lopez’in oyunculuğunu tekrardan göreceksiniz. İyi iş çıkarmış gerçekten. Filmimize tekrar dönecek olursak Pazar kuşağında televizyon kanallarının verdiği aksiyon filmlerinden biri desem yeridir. Kısacası izlenebilir bir film ama öyle aman aman bir film de değil.  İşin şaşırtıcı yanı filmin konusunu uzun soluklu bir romandan alması. Bu sebeble beklentim biraz daha fazlaydı. Yine de şans verilebilecek bir film tabii ki.


 Filmimiz Parker adında işinde merhametiyle ünlü bir hırsızın intikam mücadelesini anlatıyor. Parker ahlaki değerleri olan bir hırsız ve kendisine yapılan haksızlığın peşini ne olursa olsun bırakmıyor hikayemizde Parker’ın etrafında gelişiyor.



  Aksiyon izlemek, üzerine de pek düşünmemek istiyorsanız Parker’ı tercih edebilirsiniz. Jason Statham sayesinde çoğu aksiyon filmine göre başarılı olmuş ancak ben daha iyisini bekliyordum.
İyi seyirler.

İMDB oranı :  6.1 / 10
Benim notum : 5,8 / 10

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Into the Wild

 Hepimizin toplumdan, ikili ilişkilerden, okuldan, işten, ailemizden uzaklaşmak istediği zamanlar olmuştur. Ancak nereye gideceğimize karar verememişizdir. Into the Wild çocukluğundan gençliğine kadar bu uzaklaşma hissiyle yaşamış son derece cesur bir kişi olan Christopher McCandless’in gerçek hayat hikayesini anlatıyor bizlere. Film tamamen doğa içinde geçiyor ve sadece bir adamın hikayesini anlatıyor ibaresi sizde çok sıkıcı bir film olduğu yönünde bir izlenim bırakabilir ancak tam aksine başından sonuna keyif veren bir film. Filmi izlerken bunu ben yapabilir miydim diye aklınızdan geçiriyorsunuz ayrıca kahramanımızla birlikteymişçesine bu uzaklaşma hissini yaşıyorsunuz. Filmde Kristen Stewart dışında tanıyabileceğimiz çok göz önünde olan oyuncular bulunmuyor. Kristen Stewart’ın rolü de çok uzun soluklu değil zaten. Gerçek hayat hikayelerinin anlatımında yüzü pek bilinmeyen oyuncuların kullanılması gerçekten harika bir düşünce bana göre. Hatta abartılıp amatör oyuncular bile seçilebilir düşüncesindeyim. Çünkü böyle filmlerdeki ufak tefek amatörlükler bana her zaman gerçek bir hikaye olduğunu daha güçlü bir şekilde hatırlatıyor böylece filmi izlerken sen de yaşayabiliyorsun hikayeyi. Into the Wild’da oyuncu seçimleri harika olmuş kısacası. Bu tarz filmlerde bir diğer önemli konu da kesinlikle kurgu. Yalpalanmayan , değişken olmayan bir kurguda çekerseniz böyle filmleri izleyici ekran başında tutmanız neredeyse imkansız bir hal alır. Ancak olay zinciri değişik zamanlarda ilerler ve izleyici arada bağlantı kurmaya itilirse izleyici filmden daha çok keyif alır. Into the Wild’ın kurgu düzeni enfes olmuş. Yapabileceklerinin en iyisini yapmışlar diyebiliriz bu konuda.



 Filmimiz çok başarılı bir şekilde üniversiteden mezun olan ve bankada iyi bir birikimi olan bir gencin sahip olduğu her şeyi bırakıp kendisini doğaya adamasına dayanıyor. Bu yolculuğunda bazen kendisi gibi bazen ise kendisine tam zıt karakterde insanlarla dostluk kuruyor ve hepsinden bir şeyler öğrenerek yoluna devam ediyor. Ayrıca yaşanılan her olayda sadece kahramanımıza değil izleyenlere de ufak öğütler ve anlamlar sunuyor filmimiz.



 Hoş vakit geçirebileceğiniz ve biraz olsun günlük yaşantınızın stresinden, sıkıntısından sizi uzaklaştıracak bir film. Keyifle izleyeceğinize eminim. İyi seyirler.

 İMDB oranı : 8.2 / 10     


 Benim notum: 8 / 10

12 Haziran 2013 Çarşamba

Warm Bodies

 Orijinal fikirli filmlerden biri daha karşımızda. Dünya’ya hiç zombilerin gözünden bakmış mıydınız ? Ya onların da hisleri varsa ? Senaryo bakımından kendiyle benzer türlerine göre çok uç noktada olan bir film Warm Bodies. Böyle filmler tabii ki diğerlerinden her zaman üstündür. Kurgunun tam tamına oturmadığı çok belli filmde ama gene de sizi içine çeken, merak uyandıran bir film olmuş. Zombilerle ilgili bir çok klişeyi de gömmüş oluyoruz bu filmle. Üst üste yazdığım iki filmin de benzer yanlarının olması gerçekten tesadüf ancak böyle filmler içlerinde ayrı bir güzellik barındırıyor gerçekten.


 Filmde başrol olarak genç ancak çıkışta olan isimler seçilmiş. Özellikle Nicholas Hoult bu isimlerin başında. X-men, Dev avcısı Jack gibi filmlerden tanıyoruz kendisini. Gelecek için umut saçtığı çok açık. Başroldeki diğer oyuncumuz Teresa Parker ise çıkış arayan isimlerden ve söylemek gerekir ki rolünün hakkını vermiş. Bu iki başrol oyuncumuzun da mükemmel iş çıkardığı söylenemez aslında. Ancak buna senaryonun oyuncuları ciddi anlamda sınayan bölümler barındırmaması sebep olmuş daha çok. Gereken yerlerde bu iki genç isimde iyi iş çıkarmışlar.


 Filmimiz zombilerin dünyayı istila ettiği bir dönemde geçiyor. Zombilerden uzakta uzunca bir duvarın arkasında yaşayan sayıca az insan bulunuyor ve bu insanlardan bir grup genç halkları için ilaç vs. bulmak için duvarların ardına gitmek zorunda kalıyor. Ve hikayemiz böyle başlıyor. Genç zombimiz R’nin gençler arasından hoş bir bayanı görmesi ile olaylar ilginç bir hal alıyor.


 Hayatı aşık bir zombinin gözünden sorgulamak mı ? Gerçekten dahiyane bir fikir. Açıkçası filmi biraz incelediğimde bu harika fikir için izleyesim geldi. Keyifli vakit geçireceğinizi düşünüyorum. Sıradışı ve orijinal fikirli filmler her zaman ilgi çekici ve merak uyandırıcıdırlar. Ve bu filmde kesinlikle daha fazlası da var.

İMDB oranı : 7 / 10


Benim notum : 7 / 10

9 Haziran 2013 Pazar

Looper

 Bilimkurgu ve aksiyon karışımına hayran olan büyük bir kitle var dünyada. Ve bu büyük kitleyi kaliteli işlerle doyurmak her geçen gün zorlaşmakta.  Son senelerdeki filmlerden anlaşılacağı üzere bilimkurgu türü yaratıcılık eksikliği sorunu ile boğuşuyor. Yeni şeyler üretmekte zorluk çekiliyor. Bu da eskiden tutmuş efsane filmleri yeniden yaratma yoluna itiyor yapımcıları. Çünkü her yapımcı bilimkurgu fanatiklerini sinema sahasında tutmaya çalışıyor. Evet burada yapımcıların bilmkurgu fanatikleriyle olan ilişkilerinin üzerinde daha fazla durmadan tüm bu dediklerimi hiçe sayan bir film anlatacağım sizlere ; Looper. Son yıllarda izlediğim en yaratıcı senaryoya sahip filmlerden Looper. Farklı, yenilikçi , eskileri taklit etmeyen, bilimkurguya yeni değerler katan bir film. Bilimkurguda zaman seyahatinde belli kurallar vardır hepimizin bildiği üzere. Eski bilimkurgu filmleriyle kafamıza kazınan bu kurallar Looper’la farklı bir boyut kazanmış. Senelerdir seyircinin hayal etmesini kısıtlayan bilimkurguda bile belli kurallara takılı kalan senaristlere örnek olabilecek bir film olmuş. En azından “bir gün geleceğe gidersen asla ve asla gelecekteki halinle karşılaşma” klişesine farklı bir bakış açısı getirmiş. Yenilik getiren filmler izlerken her zaman farklı bir heyecan oluşturur ben de. Sinema sektöründeki her yeni fikrin zihnimizdeki eşiği bir adım daha genişletmemize sebep olduğunu düşünürüm, özellikle bilimkurgu filmlerinde.


 Oyunculara gelecek olursak Dark Knight:Rises, Lincoln ve İnception’dan hatırladığımız Joseph Gordon-Levitt ve Bruce Willis başrolleri paylaşmakta. Bruce Willis için bir şeyler söylemeye tabii ki gerek yok. Gordon-Levitt genç ve oynadığı her film ile yeteneğine bir şeyler katan harika bir aktör. Gelecek yıllar için Hollywood’un parlayan isimlerinden.

 Filmimiz zamanda yolculuğun mümkün olduğu fakat hükümetler tarafından yasadışı ilan edildiği bir dönemde geçiyor. Ancak bazı terör grupları ve mafyalar bu olanaktan hükümetten gizlice faydalanıyor.  Yok etmek ve öldürmek istedikleri kişileri zaman yolculuğu ile geçmişe yollayan bu illegal örgütler  geçmişte kurdukları tetikçi teşkilatı aracılığıyla kendilerine problem teşkil eden insanları tarihten tamamen silmekteler.  Filmi izlediğinizde hikayenin anlattığımdan daha da etkileyeciği olduğunu anlayacaksınız. Size de ufak sürprizler kalsın istedim.



 Looper üst sınıf bir film bana göre. Gerek senaryosu ve orjinalliği, gerek sahnelerin ve oyuncuların kalitesiyle kendini unutulması zor filmler listesine aldırmış. Bilimkurgu ve aksiyonun çok ince bir çizgi üzerinde dahice kurgulandığı bir film Looper. İzleyin , izletin derim.

İMDB oranı :  7.6 / 10

Benim notum : 8 / 10

29 Mayıs 2013 Çarşamba

21 & Over

 Son yıllarda Hangover serisi ile yeni bir film türü oluştu diyebiliriz. Ve bu tür özellikle de biz gençlerin ilgisini çok çekti. 21 and Over tamamen bir Hangover havasında olmasa da çoğunluğu olağan dışı eğlenceye ve aşırı alkole dayanan bir gençlik filmi. Filmin kurgusu ve senaryosu yeterince iyi değil. Ancak komedi olarak gerçekten güldürdüğünü söyleyebilirim. Filmin sonuna dram katılmaya çalışılması ise gerçekten inanılmaz bir hata. Böyle bir filmin ardından yapılmaması gereken şeyleri kime sorsak ilk olarak dram sahneleri kesinlikle olmamalı der. Ne olursa olsun Hangover, Project X ve de 21 and Over gibi filmlerin bir artısı var. Kendilerini bir şekilde izletebiliyorlar. Bunun sebebi ise herkesin bu filmlerde kendilerine ait bir şeyler araması. Bu tarz filmleri seviyorsanız 21 and Over kesinlikle keyifli vakit geçirmenizi sağlayacaktır.


 Filmimiz lisede birbirlerinin en yakın arkadaşı olan ancak daha sonra araları sebepsiz yere açılan üç arkadaşın bir doğum günü ile bir araya gelmesini anlatmakta. Arkadaşlardan haylaz olanı diğer iki arkadaşını da ikna eder ve birer bira içmek için bara giderler. Ancak hayat artık üniversiteli olan gençleri öyle yormuştur ki eğlenceyi tadında bırakamazlar.


 Kaliteli bir film diyemem. Ancak kesinlikle bu tarz filmleri seven insanlara hitap ediyor diyebilirim. Zaman kaybı olmayacak keyifli bir film.

 İMDB oranı : 5.8 / 10


 Benim notum: 5.6 / 10

12 Mayıs 2013 Pazar

Shutter Island


 Beyninizi berraklaştırın yoksa bu filmden hiçbir şey anlayamazsınız. Karşınızda yoğun psikolojik öğeler içeren Shutter Island var. Bu film son yıllarda çekilmiş en iyi filmlerden olmasına rağmen yayımlandığı yıl biraz da reklam yetersizliği yüzünden arada kaynayan filmlerden. Belki de iki türlü sona sahip olan tek filmdir Shutter Island. Öyle bir kafa yoruyor ki film bittiğinde büyükçe bir düşünce seline kapılıyorsunuz. Oynayan her oyuncu mükemmel ötesi oyunculuk sergiliyor. Hele ki Leonardo Di Caprio. Oynanması gerçekten belki de en zor rollerden biri olan o rolü muazzam bir şekilde oynamış. Tüm arkadaşları da ona ayak uydurmayı başarınca harika bir film çıkmış ortaya. Zaten böyle bir kurgunun başarılı olması için gereken en önemli şart her oyuncunun role inanılmaz biçimde bağlanması. Kurgunun başarısını söyledim ancak böyle bir başarıyı kelimelerle anlatmak gerçekten imkânsız.  Filmde hikâye rayına girdikten sonra kafanızda binlerce senaryo üretmeye başlıyorsunuz. Zaten belli ki yönetmen Martin Scorsese de bu havaya girmeniz için bütün insiyatifini kullanmış. Kamera açıları olsun, tarihi detayların anlatımı olsun, karakterlerin duruşları ve pozisyonları olsun filmdeki her şey gizemlerle dolu. Neyse nerede kalmıştık? Havaya girdiniz ve filmle birlikte binlerce senaryo üretmeye başladınız. Filmin kurgusu o kadar harika ki filmin her geçen saniyesinde kurduğunuz senaryoların sanki hepsi doğruymuş gibi ilerliyor. Bu durum gerçekten izleyiciyi afallatıyor. Filmin sonuna geldiğinizde ise tekrar bir belirsizlik içine düşüyorsunuz.




 Bu filmi kesinlikle rahat bir kafayla ve tamamen filme odaklanarak izlemenizi tavsiye ediyorum. Çünkü yapılan eleştirilere baktığımda genellikle filmin anlaşılamadığı belli oluyor. Film gerçekten kafa yoruyor. Hele son yirmi dakikasında ''delirdim galiba'' diye düşündürtüyor.


 Gerilimi, aksiyonu tüm bunların yanında psikolojik öğeleri içerisinde çok iyi harmanlanmış bir şekilde bulunduran Shutter Island kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden. Film o kadar harika bir çizgide gidiyor ki size koltuğunuzda kıpırdama şansı bile vermiyor. Pür dikkat ekrana bakıyorsunuz. Keyifli zaman geçireceğinize eminim.

İMDB oranı : 8 / 10

Benim notum : 9 / 10

Filmin sonundan bir kesit ;
“Hangisi daha kötü ? Canavar gibi yaşamak mı yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi ?”
 Diyeceğim şu ki bu filmi izledikten sonra sırf şu cümle üzerinden bile saatlerce tartışılabilir. Ardında gizem bırakan film candır.

26 Nisan 2013 Cuma

The Man From Earth


 Kesinlikle sıra dışı bir film !
 Film izlemekten keyif almak ve haz duymak istiyorsanız, size istediğinizi verebilecek bir film biliyorum; The Man From Earth. Öyle bir film ki üzerine binlerce kelimeden oluşan kitaplar yazılabilir. Ufacık bir orman evi içinde geçen ve sadece karşılıklı konuşmalardan oluşan bu film insana mükemmel bir birikim katıyor. Senaryonun fikri kesinlikle dâhiyane ötesi. Böyle bir senaryo yazmak için biraz kaçık olmak lazım açıkçası. Filmin kurgusu ise tarih hakkında hiçbir şey bilmeyen insanların bile hikâyeye ayak uydurmasını ve filmi yaşamasını sağlayacak cinsten ayarlanmış. Kısıtlı bütçesine rağmen dünyanın en iyi filmleri diye bir liste yapsak yukarı sıralara oturacak bir film The Man From Earth. Özgürlükçü düşünce yapısını, sorgulamayı ve kuşkulanmayı iliklerinize kadar hissettirecek size. Keyif almak için tekrar tekrar izlenilebilecek ve her sahnesi ezberlenilebilecek   efsane filmlerden.


 Hızlıca size filmin konusunu özetleyeyim. Baş kahramanımız John Oldman ortada hiçbir sebep yokken 10 yılını harcadığı ve büyük bir geleceğe sahip olduğu tarih profesörlüğünden istifa eder. Şehirden ayrılmaya hazırlanırken iş arkadaşları ve çalıştığı okulun en değerli profesörleri John Oldman’ a veda etmek için uğrarlar. Herkes dostları John’un neden gitmek zorunda olduğunu merak eder. Ve John geçmişe dönerek dostlarına gerçekten kim olduğunu anlatmaya başlar.


 Konuyu anlatırken olayı mümkün olduğunca saf tutmaya çalıştım. Gerçekten izlerken hayretlere düşmeniz filmden alacağınız hazzı iki katına çıkaracak. Film gerçekten efsane filmlerden ancak eksikleri de var. Bu senaryo kesinlikle daha detaylı ve daha ilgi çekici biçimde işlenebilirdi. Örneğin, tarihten çok daha spesifik sorular seçilebilirdi. Ayrıca kahramanımız John’un arkadaşlarının ruh halinin pek de iyi yansıtıldığı söylenemez. Bu eleştirilerimi filmi izlediğinizde çok daha iyi anlayacaksınız.


 Özetlemek gerekirse karşınızda hayatınızda izleyebileceğiniz en güzel filmlerden biri duruyor. Üstüne bolca düşüneceğiz ve sonuna doğru hikayeye kapılıp merakla ekrana kilitleneceğiz mükemmel ötesi bir film. Güzel vakit geçireceğinize eminim. Şimdiden iyi seyirler.

İMDB oranı : 7.9 / 10

Benim notum : 8.4 / 10

23 Nisan 2013 Salı

Da Vinci's Demons


 Beklentilerin çok büyük olduğu bir yeni dizi daha ekranlarda. Özellikle Da Vinci rolünü kimin oynayacağı çok tartışılan Da Vinci’s Demons sonunda karşımızda. Öncelikle söylemeliyim ki üç dört bölümle diziyi tartmak çok yanlış bir iştir. E sen neden ilk bölümden böyle bir yazı yazıyorsun diye sorabilirsiniz. Amacım tamamen bilgilendirmek. Tartışılacak birçok yeni yönü var dizinin. Tarihi doğru mi yansıtıyor? Büyük üstad Da Vinci böyle bir adam mıydı? Gerçekten bunlar  yaşandı mı? Bu gibi sorular haliyle mevcut. Ancak bu bir dizi, öncelikle tarihten ve bilgimiz dahilinde olan Da Vinci’den bunları ayırmak gerek. Muhteşem Yüzyıl meselesinde de yapılan büyük bir yanlış bu. Bize tarihi ve Da Vinci’yi tamamen gerçekleriyle anlatmak istiyor olsalar biyografi filmi ya da belgesel çekerlerdi. Reyting kaygısıyla saptırmalar olacaktır tabii ki. Ancak Da Vinci’yi bu diziyi izleyerek öğrenecek insanlar olacaktır. Bu yüzden böyle bir yapım doğru mu tarzı bir soru karşısında epeyce tartışılabilir. Ben bu konuyu es geçerek dizimiz hakkında hızlıca bilgi vermeyi tercih ediyorum.




 Oyunculuk düzeyleri hakkında ilk bölümden bir şeyler söylemek gerçekten zor. Ama Da Vinci rolündeki Tom Riley’in eksikleri var. Da Vinci’nin gizemini çok farklı bir biçimde yansıtmış. Örnek vermek gerekirse;  Sherlock Holmes filmiyle birlikte bilinen Sherlock’a Robert Downey Jr.’ın yaptığı etki gibi bir etki bırakmış Da Vinci’de.  Ancak Tom Riley bu rolde umut vermiyor da değil. Daha ciddi meselelerin yaşanacağı bölümlerde bu gizemi nasıl yansıtacağını göreceğiz.



 İlk bölümden arda kalanları düşündüğümde aklıma ilk gelen dizinin çok ağır olması. Anlayabilmek ve bağlantı kurabilmek için kafa yormak lazım. Aslında Da Vinci’yi anlatmanın da başka yolu yok. Senaristler de Da Vinci’yi pek anlayamamış anlaşılan çünkü karaktere yüklenmek istenen vasıfların bazıları havada kalmış. Daha ilk bölüm deyip kendimi durduruyorum tam burada. Da Vinci’yi bir dizi olarak ekrana yansıtmak gerçekten de çok zor bir iş. Yaptığım eleştirilere rağmen beklediğimden çok daha iyi bir Da Vinci portresi gördüğümü söyleyebilirim.



 İlk sezonunda sekiz bölüm yayınlanacak dizimiz Da Vinci’nin çocukluğundan başlamasa da flashbacklerle bize üstadın çocukluğunun onda bıraktığı izleri de gösteriyor. İlk sezon açıkça bir deneme sezonu gibi durmakta. Da Vinci’s Demons efsane diziler arasında yerini alabilecek mi göreceğiz. Bana soracak olursanız böyle bir diziye şans verip hemen ekranın başına geçin derim.

19 Nisan 2013 Cuma

Kon-Tiki

 Kon-Tiki, idealleri peşinde koşan bir adamın hikayesi!

 Bir macera filmi karşımızda aynı zamanda da biyografi. Kon-Tiki filminde Polenezyalı yerlilerin kökenini bulmayı ve gerçeği ortaya çıkarmayı hayatının amacı haline getirmiş olan Norveçli bilim adamı Thor Heyerdahl’ın gerçek başarı öyküsü anlatılmakta. Bu amacı uğruna hayatını macera dolu ve imkânsız görünen yönlere doğru şekillendiren Thor, teorisine kanıt bulabilmek için uzunca yıllar yerlilerle birlikte yaşamış bir bilim adamıdır. Araştırmasını tamamladığında ise büyük bir sorunla karşılaşır. Bilim dünyası ve yayınevleri Thor’un teorisini yetersiz görmektedir. Thor’un teorisini kanıtlaması için tek bir yol kalmıştır o da Güney Amerika’da yaşayan ilk insanların yaptığı gibi salla tüm okyanusu geçmek. Filmimiz Thor’un ekibini kurması ve Tahiti (efsanevi İnka tanrısı) ismini verdikleri salla okyanusa açılmalarıyla birlikte başlayan yüz bir günlük macerayı bizlere anlatmakta.



  Aslına bakarsak bu yolculuğun öyküsü Thor Heyerdahl’ın yolculuk günlüğünü 1950 yılında yayınlamasından sadece dört yıl sonra beyaz perdeye taşınmıştı. Ancak böylesine etkili ve en önemlisi gerçek bir maceranın tekrar sinemayla buluşması tabii ki kaçınılmazdır. Filmimizin senaryosunun yaşanmış bir olaydan alınıyor olması filmin başında bizleri ekrana kilitliyor. Özellikle filmin başında 1940’lı yılların çok güzel işlenmiş olması filme bağlanmamızı kolaylaştırıyor. Kahramanlarımızın okyanusa açılmasıyla birlikte daha da heyecanlanıyoruz, adeta onlarla birlikte macerayı yaşamaya başlıyoruz. Etkileyici bir kurgu olmuş açıkçası. Filmimizin bu konuda tek eksisi tekdüzeliğe sapması. Bu duruma filmin büyük bir çoğunluğunun okyanusta bir sal üzerinde geçmesinin de etkisi var tabii ki ancak sahneler daha çok heyecan ve gerilim içeren bir şekilde düzenlenmeliydi. Böyle bir filmde tempo daha değişken olmalı. Bir biyografi filmi olduğunu göz önüne alırsak bu etkenleri görmezden gelebiliriz. Bir de kahramanlarımızın düşünceleri biraz belirsiz kalmış, hissettikleri seyirciye pek aktarılamamış. Burada oyunculara çok iş düşüyor aslında ancak yer yer sınıfta kalmışlar. Bir parantez de kamera açılarına ve görüntü kalitesine açmak istiyorum. Gerçekten bayıldım. Film ekibi gerek bilgisayar destekli sahnelerde gerek diğer sahnelerde harika iş çıkarmışlar.


  Filmi izlerken de anlayacağımız üzere bu adamlar biraz deliymiş gerçekten. Tüm okyanusu hiçbir modern alet kullanmadan bir salla geçmek ! Evet düşüncesi bile insanı şok ediyor. İdealleri uğruna ailesini bile hiçe sayan, kendini imkânsıza adayan Thor ve çılgın arkadaşlarının hikayesini anlatan bu filmi takdir ediyorum. İyi iş çıkarmışlar.

İMDB oranı : 7.2 / 10

Benim notum : 8 / 10

6 Nisan 2013 Cumartesi

Django Unchained

 “Beyler merakımı cezbetmiştiniz zaten…Şimdi ise dikkatimi çektiniz…”
  Tarantino’ dan bir şaheser daha. Quantin Tarantino tarafından yazılmış ve yönetilmiş Django’dan bahsediyorum. Kurgusuyla kalitesiyle birçok filmin bir değil iki üç adım ilerisinde bir yapıt olmasına rağmen Oscar ödüllerinde haksızlığa uğrayanlardan. Filmimiz Amerika’da iç savaştan önceki dönemde geçmekte. Ve tabii ki bir macera filmi olarak kalmayıp o dönemi de gözler önüne seriyor. Kurgu olarak, gerilim ve aksiyon sahnelerindeki kalite olarak müthiş bir film gerçekten. Tüm bunlara enfes müzikler ve fonlar da eklenince ortaya harika bir film çıkıyor.


 Öncelikle söylemeliyim ki filmde çok çekici bir hava mevcut. Yer yer macera ve aksiyonun zirvesine geliyorsunuz, yer yer hafifçe gülümsüyorsunuz, en önemlisi tüm bunlarla birlikte hikâyemizin temelini oluşturan dramı da yaşıyorsunuz. Birçok film türünü bir arada görebileceğiniz ve tüm türleri bütün tatlarıyla verebilen çok nadir film vardır. İşte karşınızda onlardan biri. Hikayeyi ve filmi aksiyon, dram, suç ve kovboy türlerinde ayrı ayrı ayırıp dört film olarak karşımıza çıkarsalar hepsi de başarılı olurdu şüphesiz. Tarantino’nun bu başarısı takdire şayan ancak bu durumun getirdiği olumsuz koşullar da var. Öncelikle film iki saat kırk beş dakika sürüyor dolayısıyla bazı sahne geçişlerinde çok ender de olsa gözünüzü ekrandan ayırabiliyorsunuz. Yani demek istediğim bol kanlı bir çatışma sahnesinden sonra iki-üç dakikalık at sürme ve sohbet sahnesi gelebiliyor ister istemez bu kısımlar biraz canınızı sıkıyor. Böyle bir film için yok denecek kadar küçük kusurlar bunlar.


 Bir de filmdeki ufak detaylarımız var. Aslında ufak demek hakaret olur Django Unchained için. Çünkü filmin müziklerinden tutun, kostümler, mekanlar, hatta ve hatta filmde geçen yazılar bile mükemmel seçilmiş. Tüm bunlar filmi izleyen bizler için ufak şeyler olarak gözükse de filmin geçtiği dönemin enfes bir biçimde anlatılmasını sağlayan etkenler hepsi. Sadece bununla da yetinmeyip filmimizin konusunun yalın bir biçimde sunulmasını da sağlamış bu detaylar.



 Oyunculara da bir parantez açmak gerek. Jamie Foxx, Leanordo DiCaprio ve özellikle Christoph Waltz inanılamayacak kadar mükemmel oynamışlar rollerini. Filme bir gömlek daha atlatmış onların performansı. 

 Tarantino filmi olması bile bu filmi izlemeye iten bir sebep. Ve mükemmel bir yapıt olmasını da hesaba katarsak kesinlikle izlemek gerek. Son yılların en sağlam ve en iyi filmi karşınızda. Keyif dolu geçecek yüz altmış beş dakika sizleri bekliyor.

 İMDB oranı : 8.6 / 10

 Benim notum : 9 / 10

22 Mart 2013 Cuma

Silver Linings Playbook

 Bana göre ne drama ne komedi ne de romantik bir film Silver Linings Playbook. Bu türlere bağlı ama bir o kadar da farklı bir film. Eğer bu filme romantik komedi tarzında bir film olarak bakar ve başına oturursanız kesinlikle vasat olduğunu düşünürsünüz. Film gösterdiğinden çok altında yatanları anlatmaya çalışmış. Sekiz dalda Oscar’a aday olmasını sağlayan da kesinlikle bu etkendi zaten. Her zaman bir umut vardır felsefesi filme o kadar iyi işlenmiş ki bu konu üzerinden daha iyisi yapılamazdı. Filmin işlenişi anlatmak istediğiyle bire bir bağlantılı gitmekte ve bu durum filme gerçekten ayrı bir kalite katıyor. Demek istediğim filmin başından sonuna kadar ne olacağını kestiremiyorsunuz. Ve aklınıza hala umut var mı soruları geliyor zaten filmin size katmak istediği duygu da bu. Bazıları için kötü bir deneyim olabilir ama son yarım saati ile film adeta zirve yapıyor ve filmin başını hiç düşünmüyorsunuz bile.

 
 Oyunculuklara gelecek olursak bildiğimiz gibi en iyi erkek ve en iyi kadın oyuncu ödülünün yanı sıra en iyi yardımcı erkek ve yardımcı kadın oyuncu ödülüne de aday gösterilmişti bu film. Ancak bunlardan sadece en iyi kadın oyuncu ödülünü Jennifer Lawrence ile kazandı. Bu durumda Jennifer Lawrence’a bir parantez açmazsak olmaz. Genç yaşında Oscar ödülü kazanan oyuncu mükemmel oynamış rolünü. Daha yirmi iki yaşında olmasına rağmen zaten birçok ünlü filmden yüzüne aşina olduğumuz Jennifer Lawrence’ın ilerleyen yıllarda büyük yapıtlar için aranan bir yüz olacağına garanti verebilirim. Her rolünde farklı bir kimliğe bürünmüş bir biçimde çıkıyor karşımıza ve gerçekten her rolün de hakkını veriyor. Bradley Cooper’ın yardımını da unutmayalım tabi. Filmde mükemmel bir uyum yakalamışlar. Ki bence Bradley Cooper’ın Oscar alamamasının tek sebebi çok sağlam rakiplerinin olmasıydı çünkü o da gerçekten harika bir oyunculuk çıkarmış. Ayrıca büyük usta Robert De Niro’yu da unutmamak gerek. Onun için tabii ki söylenecek pek bir şey yok her zamanki gibi harika.


 Filmin konusu hakkında konuşmayacağım çünkü söyleyeceğim her şey bazı şeyleri önceden bilmenize sebep olacak. İzlenmesi gereken filmler listesine girebilecek güzellikte bir film. Özellikle bu türdeki filmlerin kendilerine o listede çok zor yer bulduğunu düşünürsek kesinlikle izleyin derim. Her zaman bir umut olduğunu keyifli zaman geçirerek anlayacaksınız.

İMDB puanı : 8 / 10

Benim notum : 7.7 / 10

24 Şubat 2013 Pazar

Argo

 Oscar’ a saatler kala bir büyük adayı Argo‘ yu gözden geçirelim istedim. Filmin ismi ne alaka diye düşünebilirsiniz ama izlemeden asla anlayamayacağınız bir alaka söz konusu. Amerika gene Hollywood ile kendi yakın tarihini tüm dünyaya çizgiyi aşmadan pohpohlayarak anlatmanın bir yolunu bulmuş hem de en iyi biçimde bulmuş ve Oscar’ a da bir çok dalda aday yapmış. Ben Affleck hem yönetmen koltuğunda hem de oyunculukta iyi iş çıkarmış. Ama Argo filminin asıl ses getiren yönü senaryosu diye düşünmekteyim. Çoğumuzun bilmediği bir yakın tarih bizlere anlatılmakta. Filmde gerilim son kırk elli dakika da sürekli tavana doğru tırmanıyor ki bu da senaryo kurgusunun büyük bir başarısı elbette. Bir de bilmem duymuş muydunuz ama iki sahnede İstanbul'da geçmekte. Pek etkili olmasa da bence Oscar’ a aday olmuş bir filmin bize de konuk olması büyük bir reklam.    


 Konumuza dönecek olursak Argo’ nun Oscar’ a aday olmasına karşı çıkanların tarafından değilim. Film öyle körü körüne Amerikan propagandası yapan bir film değil mümkün oldukça tarafsız kalmaya çalışmışlar ancak ufak tefek abartılar tabii ki mevcut. Eğer "En iyi film" ödülünü kazanırsa Avrupa'da çok konuşulacak ancak her milletin böyle abartıları kendi filmlerinde yapacağına ve yaptığına inanıyorum. Fakat realist olursak Argo'nun "En iyi film" ödülünü kazanması diğer filmlere büyük bir haksızlık olur. Özellikle İran-Amerika geriliminin tekrar arttığı bu yıllarda böyle bir filmin yapılmasının Amerika adına iyi bir hamle olduğunu düşünüyorum. Gene de beyaz perdenin politikadan sıyrılmış bir durumda olduğuna da inanmak istiyorum çünkü Argo gerçekten harika bir film. Heyecan dolu zaman geçirmek ve biraz da yakın tarihten ilginç bir şeyler öğrenmek istiyorsanız kesinlikle izlemelisiniz.


 Filmin konusunu açarsam filmin bütün tadını sizlerden almış olurum. Bu film için genel yorumlar dışında detay öğrenmekten kaçının yoksa cidden zevk alamazsınız. Argo’ ya Oscar yollunda başarılar diliyorum. Sizlere de iyi seyirler.

İMDB oranı : 8 / 10

Benim notum : 8 / 10

22 Şubat 2013 Cuma

85.Oscar Ödülleri


 Merhabalar. Oscar hakkında bir kaç şey söylemeden olmaz diye düşündüm ancak bunu sizlerin katılımıyla gerçekleştirmek istedim. Bu yüzden bir anket oluşturdum ve katılımınızı bekliyorum. Oscar ödülleri hakkında  tahminlerde bulunacaksınız. Bu arada en çok oyları alan filmler ödül kazanamasa bile onlarla ilgili yazı hazırlayacağım.
























Ayrıca bu anketin daha çok kişiye ulaşmasını sağlarsanız sevinirim.

22 Ocak 2013 Salı

Life of Pi

 11 dalda Oscar’a aday olan bir film Life of Pi. Bu bile birçok şeyi açıklamakta. Drama ve macera türündeki filmin senaryosu Yann Mantel’in aynı isimli romanından uyarlanmış. Bana göre en az 4 ya da 5 dalda Oscar ödülü kazanacak bir film Life of Pi. Daha önce de Oscar ödülü kazanmış yönetmen Ang Lee mükemmel bir iş çıkarmış. Ses efektleri ve görsellik mükemmel. Birçok sahne ağzımızı açık bırakacak kalitede. Oyunculara gelecek olursak tanıyacağımız bir isim olmamasına rağmen her oyuncu mükemmele yakın bir performans sergilemiş. Filmi üst sıralara taşıyan etkenlerden biri de bu. Bir film için yönetmenin ne kadar önemli olduğunun da bir kanıtı aynı zamanda. Life of Pi geçen her saniyesinde sizi içine çeken bir yapıya sahip. Film hiç bitmesin istiyorsunuz. Maceranın seviyesi hiç düşmüyor.


 Birçok başarılı filmde olduğu gibi Life of Pi da derin felsefi düşünceler üzerine oturtulmuş. Filme yerleştirilen en ufak maddenin bile büyük bir anlamı var. Üstüne çok kafa yorulacak bir film. Filmin felsefesi üzerine binlerce sayfalık yazılar yazılabilir ancak Ang Lee’nin bunu istemediğine eminim. Herkesin kendine göre bir düşünce çıkarması için yapılmış bu filmi mükemmel yapan en önemli etken de bu zaten. Life of Pi bize kendi içimizde bir ders çıkarmamızı ve herkesin çıkarımlarına hoş görülü olmamızı öğüt ediyor. Birçok filmin aksine bir düşünce aşılamıyor, bir düşünce yaratmanızı istiyor.


 Film, Pi’ın ismini alışı, ailesi, gençlik yılları ve elbette hayatını etkileyen o müthiş macerasını bizlere anlatmakta. Ve bu hikayeyi Pi’ın kendi ağzından elindeki son hikayesini de kaybeden ve tesadüfen Pi’ı bulan bir yazara anlatırken dinliyoruz.

 Filmin konusunu anlatmayacağım böyle bir filmi son derece meraklı bir halde izlemenizi tavsiye ederim. Film hakkında yazılacak pek çok şey var ancak ufacık bile spoiler vermek istemedim çünkü şu an bu filmi hiç izlememiş olmayı büyük bir içtenlikle dilerdim. Sadece benim için çok anlamlı gelen bir noktaya değineceğim. Film başlarken, hangi dine yöneleceğini bilmeyen Pi’ın inancının peşinden koşması bizlere anlatılmakta. Bir şekilde üç büyük din ile de yolları kesişen Pi, üç din hakkında da bolca bilgi edinir ve hepsine ilgi gösterir. Ancak filmin sonunda elinde tek bir gerçek vardır. Gerçekten son sahne beni olabildiğince etkiledi. Ancak yeterince güçlendirilmediğini düşünüyorum. Evet mükemmel bir son ama neden daha mükemmel değil diye düşünmeden edemiyorsunuz.


 Filmde en çok dikkat edilmesi gereken noktaların Pi’ın not defterine yazdıkları olduğunu düşünüyorum. Bu hikaye gerçek mi yoksa hayal ürünü mü? Film bu sorunun cevabını bize bırakıyor. Bu durum filmi daha da çekici hale getiriyor.


 Kelimelerle anlatılamayacak güzellikte bir film Life of Pİ. Adeta bir rüya gibi. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Tekrar tekrar izlenebilecek güzellikte. İyi seyirler.

 İMDB oranı : 8.3 / 10

 Benim notum : 9 / 10

 Fragman ;


20 Ocak 2013 Pazar

Dredd

 Bilim kurgu filmlerinin gerilediğini düşündüğüm bu dönemlerde Dredd filmi bu düşüncemi sorgulamama sebep oldu. Filmin başından sonuna aksiyon, macera ve heyecanın nabzı bir kez olsun bile düşmedi. Senaryo olarak çok sade bir film ancak kolaylıkla seri haline dönüştürülebilecek bir senaryoya sahip Dredd. Bu da büyük bir artı olmuş bana göre. Tabii ki tüm seriye yayılmış bir konu bekleyemeyiz, daha çok film başına farklı bir görevle karşımızda olabilir kahramanlarımız. Senaryoyu bir kenara bırakırsak filmdeki görsellik tek kelimeyle müthişti. Dredd görsellik bakımından gerçekten bir çok filme ezici fark atmış. Ses efektleri de gayet başarılıydı. Oyunculara gelecek olursak maalesef Karl Urban hakkında pek söyleyecek bir şey bulamıyoruz. Çünkü bütün filmi maskenin altında geçiriyor. Ancak aksiyon sahnelerinin son derece başarılı olmasında büyük bir etkisi olduğu çok açık. Olivia Thirlby ise rolüne çok ısınmış anlaşılan. Daha önce hiçbir projede başrol oynamadığını göz önünde bulundurursak iyi bir başlangıç yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dredd filmi gerçekten harika olmuş. Başından sonuna ekrana kilitleyen ve heyecanla takip etmenizi sağlayan bununla da yetinmeyip aksiyon sahnelerinin kalitesiyle büyük bir haz veren ender filmlerden. Bilim kurgu ve aksiyonu bir arada sevenlerin kesinlikle izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.


 Adalet sizin için geliyor !
 Filmimiz radyasyona maruz kaldığı için oluşan yeni dünya düzeninde, gelecekte geçmektedir. Radyasyona maruz kaldığı için dünya artık çoraklaşmıştır ve insanlar artık megasitelerde yaşamaktadır. Suç oranın bir hayli yüksek olduğu ve düzenin bir türlü oturmadığı bu yeni dünyada mafyaya benzer çete oluşumları bir hayli fazladır ve bu çeteler halka korku salmakla kalmayıp onları bir de sömürmektedir. Bu dönemde düzene müdahale edebilen tek kuvvet “Hakimler” denilen şehir polisleridir. Hakimler’in hüküm verme, yargılama ve anında cezai yaptırımda bulunma güçleri vardır. Kahramanımız Dredd de bu hakimlerden biridir. Sıradan geçen bir günde Dredd’in yanına denetlemesi için hakimlik sınavından kalmış ama son bir şans elde etmiş acemi bir hakim verilir. Bu aceminin son bir şansı elde etmesinin sebebiyse çok güçlü bir medyum olmasıdır. Dredd ve acemi hakimimiz kendilerini bir anda şehrin en büyük uyuşturucu çetesinin karşısında bulurlar. Ancak bu karşılaşma şehrin sokaklarında geçmez. Mega bir site içinde kapana kısılmışlardır ve tek çareleri savaşmaktır.


 Bu kalitede filmlere maalesef az rastlıyoruz dolayısıyla özellikle aksiyon ve bilim kurgu karışımını sevenler için izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. İyi seyirler.

 İMDB oranı : 7.3 / 10

 Benim notum : 7.9 / 10

 Meraklısına fragmanı ;